Bir dönem özellikle İstanbul’da Bağdat Caddesi’nde Fransız, Japon ve kısmi Almanların B segmenti şehir otomobilleriyle kapıştığı bir dönem vardı. Tam da benim yaşıma denk geliyor. Arada “Seat da güzel” dedirten bir model belirmişti. Önce Ibiza ardından da Leon. Bir dönem yine Volkswagen alamayanların otomobili gibi konumlandırılsa da tasarımıyla farklı olduğunu konunun tercih olduğunu hissettiren otomobiller üreten Seat markasının şehirlisi Ibiza, 40 yaşında. Biz de küçük bir gazeteci grubuyla birlikte hem bu kutlamayı yerinde takip ettik hem de markanın geçmişine, Ibiza’nın tüm modellerine yakından baktık.
Hatta ikinci jenerasyon ile güzel keyifli bir tur da attım. Kasetli, sade otomobilleri özlediğimi hatırladım. Evet, Cupra marka içinde marka oldu ama Seat’ın da bize daha önce aksettirildiği gibi durmayacağı, daha ekonomik otomobillerle yola devam edeceği söylendi. Ibiza’nın 40. yaşına özel bir versiyon da tanıtıldı.
Müzedeki özel otomobiller
Seat müzesindeki eşsiz otomobillerin arasında gezerken, bizi bilgilendiren müze yöneticisinden de güzel hikâyeler dinledik. Fiat’ın ciddi yatırımıyla bir dönem yola devam eden aslında bir ülke markası olan Seat, 1950’de kuruldu. İspanyol özel bankalarının ve Fiat’ın de önemli hissesi olan markanın ilk yıllarında neredeyse tüm modelleri Fiat markasında tanıdık.
1953’de üretilen ve ‘bir İspanyol’un 7 yıllık maaşı kadar pahalı’ olarak adlandırılan 1400, Seat 600 ve pek çok model hep Fiat işbirliğinden yükselmiş. 1986’de markanın Volkswagen Grubu’na satılmasıyla birlikte yönelim tamamen değişmiş. Markanın başındaki Wayne Griffiths, Cupra’dan da sorumlu ve Türkiye’ye çok ciddi önem veriyor. Müzedeki hikayesi ilginç otomobillerden biri de Popemobile.
Papa II.Jon Paul’ün Range Rover’ı Real Madrid’n stadının kapısından giremeyince Seat’tan özel taleple istenen bir otomobil. Panda üzerinden 2 haftada geliştirilmiş. Öte yandan müzeye kazandırılacak tozlu raflardaki otomobiller de restorasyon öncesi karşımızdaydı. Bir de markanın köklü motorsporları tarihini gördük.
