TÜSİAD’ın ekonomi toplantıları dizisinin üçüncüsü “İşgücü Piyasası Dinamikleri ve İşsizlik Sorunu” başlığı ile düzenlendi.
Toplantıda konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, Türkiye’nin en önemli sorunlarından birinin işsizlik olduğunu söyledi ve ekonominin küçüldüğü süreçten çıkmanın iki temel koşulu olduğunu söyledi. Bu koşulları “güveni ve istikrarı sağlamak” ve “ödenemeyeceği düşünülen kredilerin banko bilançolarından çıkarılması” şeklinde sıralayan Kaslowski şöyle konuştu:
“İstihdam teşvikleri sadeleştirilmeli”
“Son açıklanan veriler işsizliğin bir sıçrama yaparak yüzde 12,3’e yükseldiğini gösteriyor. Mevsim etkilerinden arındırıldığında işsizlik oranı sadece bir ay içerisinde 0.6 yüzde puan artarak yüzde 12’ye çıktı. Tarım dışı işsizlik yüzde 14, genç işsizliği ise yüzde 22,2 seviyesine yükseldi. Bu yüksek oranlar bazı tedbirler alınması gerektiğine işaret ediyor.
Son yıllarda istihdam teşviklerinde çok önemli ilerlemeler kaydedildi. Bazı yeni teşvikler de gündemde. Teşvikler istihdam üzerinde genel olarak olumlu etki yapıyor. Ancak çeşitli istihdam teşviklerinin bir düzenleme altında birleştirilerek sadeleştirilmesinin faydalı olacağına inanıyoruz.
Geçtiğimiz yıla aslında ümitle başlamıştık. 2017 yılındaki yüksek büyümenin ardından 2018’in ilk çeyreğinde de büyüme yüzde 7,4 gibi yüksek bir rakama ulaşmıştı. Elbette bu büyümenin Kredi Garanti Fonu’nun yeni limitleri çerçevesinde artan krediler ile finanse edilmiş olması nedeniyle sürdürülebilir olmadığını ve ekonominin yavaşlamaya başlayacağını bekliyorduk. Kontrollü bir yavaşlama, ya da yumuşak inişi başarıp başaramayacağımız en çok sorulan sorular arasındaydı. Maalesef Ağustos ayında meydana gelen şok ile beraber süreç düşünülenden hızlı yaşandı.
“Dış borç yüzde 53’e yükseldi”
Küresel krizden bu yana dünyada bol ve ucuz para döneminde Türkiye dış borcunu yüzde 35’ten yüzde 53’e yükseltti. Bu, ekonomimizin yüksek büyüme oranlarına ulaşmasını sağladı. Ancak 2013 yılından beri yurt dışında faizler yavaş yavaş arttı ve bu borcun maliyeti de ekonomimiz için her geçen gün artıyor.
Dış borcumuzun büyük kısmı özel sektörün üzerinde. Kamu-özel iş birliği projeleri için sağlanan finansman da dahil yaklaşık 306 milyar dolar. 2018 yılı başından itibaren bu borç azalmaya başladı. Ağustos ayında yaşadığımız şoktan sonra hem kur hem de faizlerde görülen artış ile süreç hızlandı. Banka kredilerinde gördüğümüz yavaşlama da bunun bir sonucu. Bu durum kullanılan kapasitede gerilemeye, yeni yatırımların ertelenmesine ve üretimde düşüşe neden oluyor. Dolayısıyla ekonomimiz küçülüyor.
Bu süreçten mümkün olduğunca hızlı çıkabilmek ve büyümeye geri dönebilmek için temel iki koşul var. İlk koşul güveni ve istikrarı sağlamak. Hem yurt dışından ülkemize finansman sağlamaya devam etmek zorundayız, hem de yurt içinde ekonomiye olan güveni pekiştirmemiz gerekiyor. Bunu ancak öngörülebilir politikalarla ve şeffaflıkla sağlayabiliriz. Bu nedenle kurumların bağımsızlığını ve serbest piyasa ilkelerinden taviz verilmeden içinde bulunduğumuz zorluklarla mücadeleyi önemsiyoruz.
İkinci koşul banka bilançolarında artık geri ödenemeyeceği düşünülen kredilerin bilanço dışına çıkaracak mekanizmaların kurulması. Pek çok ülke bu tür mekanizmalara gerektiğinde başvurdu. Kore ve İsveç gibi başarılı birçok örnek var. Bu sayede reel kesimde sağlıklı ve verimli alanlara taze kredi sağlamasının önünü açabiliriz. Böyle mekanizmaların olmadığı bir ortamda büyümeye elbette yine dönebiliriz ancak çok daha uzun bir zaman beklememiz gerekir.
“İlişkiler, ekonomi politikaları kadar önemli”
Sizlerin de bildiği gibi küresel ekonomideki durum hala kırılgan ve içinde bulunduğumuz coğrafyadaki jeopolitik riskler yüksek. Bu süreci ne kadar hızlı bir biçimde aşar, kırılganlıklarımızı ne kadar çabuk azaltabilirsek dışarıdan gelebilecek şoklara karşı o kadar dayanıklı oluruz. Ayrıca istihdam üzerindeki olumsuz etkileri de en aza indiririz. Küresel ilişkilerimiz de bu süreçte en az ekonomi politikalarımız kadar önemli. Küresel ekonomik sistemin daha iyi çalışması için yapılan eleştirileri anlamak ve bunlara çözümler üretmek hepimizin görevi. Ancak bu söylemlerin gerçekçi eleştiri düzeyinden çıkarak, ideolojik çıkarlara alet edilmesine de karşı çıkmalıyız.
Demokratik mekanizmalardaki aksamaların etkisiyle demokrasiden şüphe etmek büyük bir hata olur. Demokrasi ve özgürlükler toplumsal huzurun, refahın ve dünya barışının temel taşıdır. Şunu net bir şekilde belirtmek isterim serbest ticaret yerine ekonomik korumacılık, özgürlükçü demokrasi yerine siyasal popülizm, kültürel çoğulculuk yerine kültür savaşları, kimseye yaramayacak ve uzun vadede durumu sadece kötüleştirecektir.
Bugün Avrupa Birliği’nde pek çok sorun tartışılıyor. Brexit ile beraber ortaya çıkan en önemli gerçek; mevcut sistemin sorunlarının yanında ne kadar çok fayda da ürettiğidir. İngiltere’de çıkış sürecinin düşünülenden çok daha zor ve sancılı olması, elde edilen bu önemli kazanımlardan vazgeçmenin ne kadar zor olduğunu da göstermektedir. Bugüne kadar gerek dünyada gerekse AB’de yaşanan kriz dönemlerini hep entegrasyonun arttığı Birliğin daha da güçlendiği dönemler izlemiştir. Biz de politikalarımızı günübirlik gelişmelere göre değil kalıcı trendler ve değerler üzerine inşa etmeliyiz.”
Temel sorun istihdam maliyeti mi?